He built his own boat
viravira.co Blog > Keşfet > Kendi Teknesini Yapan Doktor: Erdoğan Sönmez

Kendi Teknesini Yapan Doktor: Erdoğan Sönmez

Bazı insanlar her şeyi herkesten bir başka yaparlar. Eski dilde onlar için “nevi şahsına münhasır” derlerdi. Günümüz Türkçesiyle kendine özgü davranışı ve karakteri olan demektir. Hem biraz aykırı görünür, hem de hayranlık uyandırırlar. Ender bulunan insanlardır ve isimleri kulaktan kulağa yayılır.

viravira.co’nun kulağına işte böyle bir isim fısıldandı. Biz de kalktık gittik Balıkesir Burhaniye’nin Ören kıyılarında yaşayan Erdoğan Sönmez ile tanışmaya. Tam 40 yıl 1 ay doktorluk yaptıktan sonra emeklilik günleri için kendine Kuzey Ege sularına uygun bir tekne yapan hariciye mütehassısı Erdoğan Bey, görünen o ki birçok şeyin daha mütehassısıydı. İkram ettiği yine kendi üretimi aromatik doğal soğuk çayını yudumlayıp doğadan topladığı kurumuş mevsim çiçekleri, yosun, sedef ve mürekkep balığı kabuğu kullanarak yaptığı eserlerini seyrederek derin bir sohbete daldık. “5 kuvvetinde havada bile kahvenizi dökmeden içebilirsiniz” dediği, 12 buçuk metrelik sıra dışı el yapımı teknesinin hikayesini dinlerken onun ayrıca askerliğini bir denizaltı filosunda yapmış Kıbrıs harekatının şemalarını çizen bir denizci olduğunu öğrendik.

Erdoğan Bey, bize biraz kendinizden bahseder misiniz?

“Ben aslında Amerika’ya gidecektim ama bir arkadaşım diplomamızın orada ancak sağlık personeli olarak çalışmaya yettiğini söyledi. Bu yüzden tecrübe kazanmak için Türkiye’de bir süre daha kalmaya karar verdim. Mezuniyetimden sonra 1959’da Balıkesir’in İvrindi ilçesinde hükümet tabipliği yapmaya başladım. Ama aykırı kişiliğim yüzünden olmadık işlere giriştim. Mesela anne-çocuk sağlığı merkezi kurdum, tiyatro yaptım, öğretmen olmadığı için hem tabiat bilgisi, hem el işleri, hem de yabancı dil derslerine girdim. Tüm bunları yapınca beni adamdan saydılar. Yeni kurulan Öğretmenler Kooperatifi üye bulamayınca beni üye yapmak istedi. Ama istedikleri 3 bin lira bizde yoktu. O zamanlar İhtilal Hükümeti gümüş 1 liralar çıkarmıştı. Elimize geçenleri bir testide, bir gün tepsi yaptırmak üzere biriktiriyorduk. Eşim Sevim Hanım onları sayalım dedi. Testiden tam 3 bin lira çıktı. Böylece Ören’de bugün oturduğumuz evi alabildik. Daha 24-25 yaşlarında genç bir doktordum ama artık Amerika hayalim sona ermişti. Bir gün haber geldi, İhtilal Hükümeti tarafından İvrindi Kaymakamı yapılmıştım. Başta kurt sağlık memurları beni yönetmeye çalıştıysa da bu işin nasıl yapılacağını okuyup öğrendim. Ortalığı süpürdüm, su taşıdım, yaşayarak önce çırak, sonra kalfa en sonunda da usta oldum. İvrindi’nin gitmediğim köyü kalmadı. Orada Türkiye Cumhuriyeti’nin ne olduğunu yeni baştan öğrendim.”

O günün Türkiye’sinden bugünün Türkiye’sine bakacak olursak… Gelinen nokta doğal mı?

Gelinenin nokta olmadığını düşünüyorum.

Harika cevap! Peki meşhur tekneniz hangi noktada hayatınıza girdi?

“Teknemi evimizin önünde 7,5 yılda kendim yaptım. Teknenin planını, denize doğru otursun diye Ören’in havasını ve dalgasını gözeterek oluşturdum. Bu da onun sürtünme yüzeyini yükseltip süratini düşürdü. Ama esas olan emniyettir.”

Biz sizin hariciye mütehassısı olduğunuzu sanıyorduk…

“Öyleydim. Tam 40 sene 1 ay doktorluk yaptım. Ama idareci olacak tipte biri olmadığım halde 1980 senesinde beni tüfek zoruyla başhekim yaptılar. Karabük Devlet Hastanesi’ne başhekim olarak tayinim çıktı. Görev verilince bu kez de sistemi düzeltmeye karar verdim. Hizmetlerin üretilmesinden çok satın almasına yönelik bir fikir ileri sürüp rapor hazırladım. Hastane her sene kara geçmeye başladı. Bir süre sonra Adana Devlet Hastanesi’nde büyük bir yolsuzluk ortaya çıktı. Kim çözer? Erdoğan Bey’i tayin edelim. Allem ettim, kallem ettim, kabul etmedim. Ama aradan biraz zaman geçince aynı şey Bursa için yinelendi. En sonunda Sağlık Daire Başkanlığı teklif edilince, 1982’de ciddi bir enfarktüs geçirdim ve beş kez anjiyo oldum. Sırf idarecilik görevinden kurtulmak için “Ben ters adamım, beni bırakın” deyip emekliliğimi istedim. Emekli olduktan iki ay sonra da hariciye mütehassısı olarak iş başvurusunda bulundum. Beni Edremit Hastanesi’ne atadılar, böylece hariciye mütehassıslığına devam ettim. Geçirdiğim enfarktüsten sonra uzunca bir süredir sinirlenmemeye çalışarak yaşıyorum.”

Deniz ve tekne de iyi geliyordur size. Teknenizin hikayesini biraz anlatır mısınız?

“İlk teknemi 1961 senesinde uçak deposundan yaptım. Bir uçağın Balya’ya düştüğünü duymuştum. Gidip mal müdürlüğünden benzin deposunu 5 liraya satın aldım. Ona 2 tane kanat ve altına salma yaptım. İçine de 9 beygirlik Wisconsin motor koydum. Güzelce boyadım. İvrindi civarında bir gölet vardı. Bir çalıştırdım bütün balıklar ne yapacağını şaşırdı. Denizciliğim oradan geliyor. Askerlik ise perçinliyor. Çünkü askerlik kurasında çektiğim kağıtta “Başaran Gemisi Komutanlığı, Gölcük” yazıyordu. Gemiyi Gölcük’te değilse de İskenderun’da buldum. Bir denizaltı filosuymuş. Böylece askerlik sırasında denizaltılarda iki yıl çalıştım. Denizciliği ciddi derecede öğrendim. Öyle mevki koyuyordum ki, subaylar yanımda hiç kalıyordu. Necdet Serim Paşa o sıralar albaydı. Bir gün herkes dururken bana “Teğmen gemiyi kaldır,” dedi. Başaran gemisini Silo İskelesi’nden dışarı çıkardım.Genellikle Kıbrıs açıklarında oluyorduk. Geminin revirini kapatıp Kıbrıs çıkartma harekatının şemalarını da bana çizdirdiler. Şemalar Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 13. Genelkurmay Başkanı Cemal Tural Paşa’ya sunuldu. En son Başaran Gemisi bakım ve onarım için Gölcük’e gittiğinde oradan bir kayık aldım ve Ören’e getirdim. Kayık bir süre sonra yok oldu gitti. Emeklilik zamanım yaklaşınca kendime bir tekne yapayım dedim. Aslında bu komik bir laf. Ama okudum, araştırdım ve 10 metrelik bir tekne yapmamın bana uygun olacağına karar verdim.”

Hazır, yapılmış bir tekne almayı hiç düşünmediniz mi?

“Öyle bir şeyi aklımdan bile geçirmedim. Bir kere bende öyle bir para yoktu. Olan paramla yavaş yavaş yaparım diye düşündüm. Kitaplarda gösterilen 10 metrelik tekne resimlerini kendime göre regüle ettim. Önce teknenin maketini yaptım. O maketi hastanenin havuzuna götürüp yüzdürdüm. Oran 50’de bir olunca ne kadar batacak diye anlamak için üstüne birer kiloluk tuzlar koydum. Baktım ki düzgün, İstanbul’a gidip tekne yapanlara ben bunu yapacağım uygun mu diye sordum. Garipsedilerse de bazı tavsiyelerde bulundular. İzmir’dekiler de güldüyseler de imkansız olmadığını söylediler. Sonunda sandviç sistemine göre polyester bir tekne yapmaya başladım. Şablonu çizip suntaları çaktım ama bizim 10 metre tekne 12 metreye çıktı.”

O nasıl oldu?

“Tekne yapımında usta olan birinden bana yardım etmesini rica ettim. Geldi ve “Bunun omurgası nerede?” diye sordu. “Omurgası yok,” dedim. “Olmaz ağabey,” dedi. Neyse sonunda ben polyestercilerden polyestercilik öğrenmeye başladım. Sonra da elyaf ve polyester temin ettim. Evin önündeki plajda kalıbı yaparken gelip geçenler evvela kahvehane yaptığımı sandılar. Mesela şöyle konuşmalar olmaya başlamıştı: “Ne yapıyorsunuz?”, “Tekne yapıyoruz”, “Tekne böyle olmaz, evvela bu malzeme kanserojen”, “Siz kaç tane tekne yaptınız?”, “Hiç tekne yapmadım, ben tarih profesörüyüm.” En sonunda sorulardan zaman bulamaz oldum ve “Burada tekne yapılmaktadır” yazan bir levha koymaya mecbur kaldım. Her kafadan bir ses çıksa da her şeyini kendim yapmak suretiyle tekneyi bitirdim. Fakat tekneyi çevirdikten sonra burnunun düzeltilmesi gerektiği ortaya çıktı. Böylece tekne 12,5 metreye çıktı.”

Teknenizin sizce en iyi özelliği nedir?

“Teknenin planını, denize doğru otursun diye buranın havasını ve dalgasını gözeterek yaptım. Bu da onun sürtünme yüzeyini yükseltip süratini düşürdü. Ama esas olan emniyettir. Yavaş gider ama gider. Benim teknemde 5 kuvvetinde havada bile kahveni dökmeden içebilirsin.”

Çok özel bir tekne. Peki kimsenin dikkatini çekmedi mi?

“Tüm bunlar 1990’larda oldu. Her sene Düsseldorf Boat Show’a gidip tüm malzemelerini tek tek taşıdım. Uçağa 197 mark, bagaja 273 mark ödüyordum. Mesela menteşelerini en güzel krom oradadır diye Solingen’den aldım. Bir gün fabrikaya gittim. “Ben Türkiye’den geldim, menteşe alacağım,” dedim. “Sizi müdür beyle görüştürelim,” dediler. Müdüre “Ben doktorum, kendi teknemi yapıyorum,” diye anlattım. Müdür daha önce Çanakkale’ye gelmiş, Türkiye’yi biliyor. “Yalnız biz tonla satıyoruz,” deyip beni bir hangara götürdü ve “Buyur istediğini seç” diye ekledi. Beğendiklerimi aldım ama yaptığım manyaklığı görünce karşılığında onlar benden para almadılar! Sadece gümrük kısmı biraz zor oldu. El çantası o kadar ağırdı ki, açtıkları her gözden menteşe çıkıyordu. Teknedeki malzemeler genellikle Winchester markadır ve hepsi cumartesi günü alınmıştır.”

Neden Cumartesi?

“Cumartesileri Düsseldorf Boat Show’un ucuzluk günü de ondan. Ama malzemeleri alıp da arabayı koyduğunuz yeri bilemezseniz hapı yuttunuz. Burhaniye’den daha büyük bir park yeri var çünkü.”

Orada gördüğünüz son model teknelerden de ilham almışsınızdır herhalde?

“Bakmadım bile! Diğer tekneler beni ilgilendirmiyordu. Kendi tekneme çok itina ettim. Kromun 316 olması için Karabük Demir Çelik’ten bir tanıdığıma kontrol ettirdim. Çünkü kitapta 316 olmalı yazıyordu. Teknemde bir tane bile çivi bulamazsınız, her biri krom vidadır. O zamanki parayla 800 bin liralık krom vida kullandım. Ayrıca tekne kontrplak üzerine yapıldığı için düzgün olsun diye 800 kilogram jelkot macunu aldım. İç aksamının yüzde 99’unu da Aliağa’daki eski teknelerden çıkarılmış parçalardan oluşturdum, içini ise keçe kaplanmış kadifeyle döşedim. Sonuçta ortaya 12 metre 43 santim boyunda ve 16 ton ağırlığında bir tekne çıktı.”

Ne tekneniz, ne de siz genele hiç uymuyorsunuz…

“Her taraf yanlış olduğu için sanki benim yapım, anlayışım, yaşam şeklim tersmiş gibi duruyor. Halbuki doğrusu benimki. Yalan söylemem, arabayı düzgün kullanırım, ne yiyip içtiğimi bilirim, büyüklerime saygı –pek büyüğüm kalmadıysa da- küçüklerime sevgi gösterir, sözlerimi tutarım. Bugün tümü yanlış bunların. Mesela konuşmak, sohbet etmek varken niye mesaj yazılır anlamam. Konuştuğumuz insanlara değmezsek ne sevgi kalır, ne de saygı.”

Sizi tanıdığımıza çok sevindik. Teşekkür ederiz.